facebook

sayfamı beğen ;)

23 Şubat 2012 Perşembe

Kan Uyuşmazlığı

Kan Uyuşmazlığı

"Kan uyuşmazlığı" genel kanının aksine, karı koca arasında değil, gebelik döneminde anne ile karnındaki bebeği arasında söz konusu olabilen normal dışı bir durumdur. Hangi kan grupları arasında ve nasıl bir uyuşmazlık olduğunu anlatmadan önce kan gruplarını tanımlamak gerekir. Kanımızda oksijen taşımakla görevli kırmızı kan hücrelerinde bulunan proteinler esas alındığında klasik olarak dört ana kan grubu tanımlanır: "A", "B", "AB" ve "O" grubu .. Bir de "Rh" söz konusudur. Birey, "D" proteinine sahipse Rh pozitif (+), değilse Rh negatif (-) olarak ifade edilir. Rh (-) kişilerin vücudunda D proteini hiç yoktur ve bağışıklık sistemi için tamamen yabancı bir maddedir.

Normal koşullarda hamilelik döneminde anne ve bebeğin kanları birbirine karışmadan plasenta (eş) aracılığıyla oksijen, karbondioksit ve besi öğelerinin karşılıklı alışverişi gerçekleştirilir. Anne Rh (-), bebek Rh (+) ise ilk gebelikte herhangi bir sorun olmaz. Bebek doğarken zedelenen damarlardan bir miktar bebek kanı, Rh (-) annenin kanına karışabilir. Böylece annenin bağışıklık sistemi tamamen yabancısı olduğu bir proteinle, "D" proteini ile tanışır ve ona karşı tepki geliştirir. O maddeyi tanımadığı için yok etmek ister. Beyaz kan hücrelerinin D proteinini yok etmek üzere ürettiği -o maddeye özgü- sıvısal maddeleri (antikorlar) kullanarak hedefine ulaşır. Annenin kanında bir tane bile bebek kan hücresi kalmaz, tümü yok edilir. Bu savaş sona erdiğinde geriye "anti-D antikorları" adı verilen sıvısal maddeler ve bunları gereksinim duyulduğunda her an yeniden üretebilecek akıllı beyaz kan hücreleri kalır. İkinci gebelikte çocuk eğer yine Rh (+) kana sahipse annenin kanında hazır bulunan bu sıvısal maddeler (antikorlar) kolayca plasenta (eş) engelini aşarak anne karnındaki bebeğin kanına karışırlar. Bebek kırmızı kan hücreleri yok edilmeye başlanır. Çocuğun kemik iliği, karaciğer ve dalağı yok edilen kırmızı kan hücrelerinin yenilerini üretir ve eksilen kanı yerine koyar. Bu aşırı kırmızı kan hücresi yıkımı ve yapımı sürecinde "bilirubin" adı verilen ve fazlası zararlı olan bir madde açığa çıkar, bebekten anneye geçer, annenin karaciğeri tarafından yok edilir. Bebeğin karaciğeri henüz bu maddenin tümünü zehirsizleştirebilecek kadar gelişmemiştir. Eğer üretilen kırmızı kan hücresi miktarı yok edilenden az olursa sonuçta bebek ağır bir kansızlığa maruz kalır, hatta ölebilir. Eğer arada bir denge varsa bebek bir ölçüde kansızlıkla doğar veya sağlıklı olarak dünyaya gelir. Sorun asıl o zaman belirginleşir. Çünkü kan hücreleri hala parçalanmakta, yenileri yapılırken gereken maddeler anneden temin edilememekte, çocuk kendi depolarını kullanmaktadır. Üstelik açığa çıkan sarı boyar madde niteliğindeki "bilirubin" bebeğin karaciğeri tarafından yeterince vücuttan uzaklaştırılamamaktadır. Kanda belli bir düzeyi aşan "bilirubin" göz aklarına, cilde ve sonunda asıl zararını gösterdiği beyin ve sinir sistemine yerleşerek yaşamı tehdit etmektedir. Yenidoğan sarılığının ağır şekillerinde, tedavi edilmeyen çocuklarda adalelerin sertleşmesi, zeka geriliği gibi kimi geri dönüşümsüz sinir sistemi bozuklukları meydana gelmektedir.

Yenidoğan sarılığı olan bebeklerde sarı boyar madde "bilirubin"i vücuttan daha kolay uzaklaştırmak için belli bir dalga boyundaki ultra viyole (kızıl berisi) ışınları kullanılmaktadır. Bebeklerin uygun sıcaklık ortamı sağlayan küvöz ya da yataklarda ultra viyole ışığıyla tedavisine "fototerapi" denir. Yeterli olmadığında bebeğim göbek kordonundan takılan bir sistemle, uygun bir Rh (-) kanla "kan değişimi" işlemi gerçekleştirilerek yaşamsal tehlike atlatılır. Geç kalınan durumlarda araz kalması olasıdır. Körlük, şaşılık, sağırlık, felç gibi ..

Mademki kan uyuşmazlığı ve sonuçları bu kadar ağır olabiliyor, o halde Rh (-) anneler için koruyucu bazı önlemler alınması gereklidir. Bir anne adayı eğer Rh (-) kana sahipse, ilk doğum, kürtaj ya da düşüğünden hemen sonra, bebeğinden kendisine o anda geçmiş olabilecek Rh (+) bebek kan hücrelerine karşı annenin bağışıklık sisteminde tepki oluşmadan önce girişimde bulunulmalıdır. Bunun için özel olarak hazırlanmış bir serum vardır: "Anti-D İmmun Globulin". Bu madde doğumdan (ya da düşük veya kürtajdan) hemen sonra anneye kaba etten iğne şeklinde yapılmalıdır. "Anti-D İmmun Globulin" kana karışır, bebekten geçmiş olan Rh (+) kan hücrelerini derhal yok eder. Annenin bağışıklık sistemi ne olduğu anlamadan işlem tamalanır. Bir süre sonra "Anti-D İmmun Globulin" doğal ömrünü tamamlar ve kanda yok olur. Oysa anne kendisi "antikor" geliştirmiş olsaydı bu sıvısal madde uzun süre kanda kalacak, gerekirse onu yeniden üretebilme yeteneği olan beyaz kan hücreleri tarafından eksikliği tamamlanacaktı. Pasif olarak verilmiş olan "Anti-D" için eksikliğin tamamlanması diye bir konu söz konusu değildir. Zamanla yok olan "Anti-D İmmun Globulin" bu sayede annenin sonraki hamileliklerinde çocuk için bir sorun oluşturamaz. Yalnız unutulmaması gereken bir konu bu immun globulinin herbir gebeliğin son bulumunda yeniden uygulanmasının gerekliliğidir. Kan uyuşmazlığı genel olarak ilk bebekte sorun oluşturmaz. Sonraki Rh (-) çocuk için zaten bir problem yoktur.

Rh uygunsuzluğu kadar ağır seyretmese de "kan grupları" arasında da uygunsuzluk söz konusu olabilir. Genellikle annenin "O" bebğin "A", "B" veya "AB" olduğu durumlarda meydana gelir. Farklı mekanizmalarla ama aynı aynı prensiplere dayanan süreçler yaşanır. Fakat daha seyrek olarak yaşamı tehdit eden boyutlara ulaşır.

Sonuç olarak Rh (-) olan annelerin Rh (+) doğabilecek çocukları için önceden hazırlıklı olunmalıdır. Eğer anne ve baba her ikisi de Rh (-) iseler genetik kurallarına göre Rh (+) bebekleri olamaz. Eğer anne Rh (-), bab Rh (+) ise çocuk Rh (-) de olabilir, Rh (+) de. Bu genel bilgi de göz önünde bulundurulmalı, doğum sonrası bebek kan grubu tayin edilmelidir. Anne Rh (-), bebek de Rh (-) ise uygunsuzluk yoktur, anneye anti-D immun globulin yapmak gerekmez. Annenin Rh (+) olduğu durumlarda çocuğun Rh'ı ne olursa olsun Rh uygunsuzluğu olmaz. Eğer anne ve baba her ikisi de "O" grubu kana sahiplerse çocukları mutlaka "O" grubu olur. Bu durumda anne ve bebek arasında grup uygunsuzluğu olamayacağı açıktır. Anne "O", baba "A" ise çocuk "O" veya "A"; anne "O", baba "B" ise çocuk "O" veya "B"; anne "O" baba "AB" ise çocuk "A" veya "B" olur ama "O" veya "AB" olamaz. Annenin "A" ya da "B" olduğu, çocuğun "B" ya da "A" olduğu durumlarda uyuşmazlık nadirdir, hafif seyreder. Ayrıca bazı alt kan grubu uygunsuzluklarında, hatta hiçbir uygunsuzluğun olmadığı kimi sıra dışı durumlarda kan uyuşmazlığıyla benzer klinik tablolar görülebilir, yenidoğan sarılığı meydana gelebilir.

Sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek için gebelikte sağlıklı ve düzenli izlem ön koşuldur. Anne baba adayları, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı ile çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı arasında işbirliği bu sürecin temelini oluşturmaktadır. Uygun bir gebelik yönetimi ve doğuma uzman gözetiminde hazırlık, kan uyuşmazlığı gibi yaşamsal bir sorunun bile kolaylıkla halledilmesini sağlayacaktır.

Amniyosentez


Amniyosentez
Bebeklerin %2-4'ü çeşitli anomalilerle doğarlar. Bunların oluşumunda genetik kusurların rolü çok büyüktür. Genetik hastalıklar için kalıcı bir tedavi yöntemi henüz olmadığından bu hastalıkların erken tanısı ve anne ve baba adayının kararıyla bebek "kritik" sınıra ulaşmadan gebeliğin sonlandırılması çok önemlidir. Bu amaca yönelik kullanılan çok sayıda yöntem vardır ve anne adayında invaziv girişim gerektiren prenatal (doğum öncesi) tanı yöntemleri arasında en sık kullanılan yöntem amniosentezdir.
Amniosentez en sık ileri anne yaşı olan anne adaylarının bebeklerinin kromozom anomalisi açısından değerlendirilmesinde ve üçlütestte risk saptandığı durumlarda kesin tanı amacıyla kullanılır.

Amniyosentez nedir?
Amniosentez (AS) anne adayının karın cildinden girilen bir iğneyle uterusa ve buradan da bebeğin içinde yüzdüğü amnios sıvısına ulaşılması ve buradan sıvı alınması işlemine verilen isimdir. AS ağır polihidramnios (bebeğin sıvısının normalden fazla olması) gibi durumlarda anne adayını rahatlatmak için tedavi amaçlı kullanılabileceği gibi, bebekte kromozom anomalisi araştırması, NTD (nöral tüp defekti) araştırması, ya da bebeğin akciğer olgunlaşmasının araştırılması gibi nedenlerle tanı amaçlı da kullanılabilir.
Hangi durumlarda uygulanır?
Günümüzde amniosentez en sık tanı amaçlı olarak uygulanmaktadır. Bu uygulamalarla sitogenetik tanı (kromozom anomalisi araştırması), bebeğe ait metabolik hastalıkların tanısı, bebekte nöral tüp defektlerinin tanısı (amnios sıvısında alfafetoprotein ve gerektiğinde asetilkolinesteraz ölçümü), kan grubu uyuşmazlığında bebeğin etkilenme derecesinin belirlenmesi (sıvıda delta OD450 adlı maddenin ölçülmesi), bebeğin akciğerlerinin olgunlaşıp olgunlaşmadığının belirlenmesi (amnios sıvısında L/S (Lesitin/Sfingomiyelin) oranının ya da PG (fosfatidilgliserol) miktarının belirlenmesi) ve daha bir çok durumun tanısı mümkündür. Genetik biliminin gelişmesiyle günümüzde bebekte yanlızca bariz kromozom anomalileri değil, tek gen kusurlarına bağlı hastalıklar da tanınabilmektedir ve tanınabilen tek gen hastalıklarının sayısı da giderek artmaktadır.

Amniosentez ne zaman uygulanır?
AS günümüzde en sık kromozom anomalisi ve diğer anomalilerin tanısının konmasında uygulanır ve bu nedenle aşağıda bu yöntem anlatılacaktır. Tedavi için yapılan uygulamaların teknik açıdan tek farkı gebeliğin herhangi bir döneminde uygulanabilmeleridir.
Tanı amaçlı AS genellikle 16.-18. gebelik haftaları arasında uygulanır. Ancak son zamanlarda 15. gebelik haftasından önce de amniosentez uygulanmaya başlanmıştır (erken amniosentez).
Tanı amaçlı AS'nin bu gebelik haftaları arasında uygulanmasının ve daha ileri gebelik haftalarında uygun olmamasının nedeni sonucun genetik laboratuarından genellikle 3-4 hafta gibi uzun bir süre içerisinde bildirilebilmesidir. Zira alınan sıvı içinde bulunan fetusa ait az sayıda hücrenin kültür yapılarak incelenebilecek sayıya ulaşması için bu zaman gereklidir. Bu durumda laboratuardan genetik hastalık tanısı geldiğinde gebelik de 3-4 hafta ilerlemiş olmaktadır. Belirtilen gebelik haftalarında uygulanan AS'de bu durum problem teşkil etmemekle beraber daha büyük haftalarda AS yapıldığında ve genetik anomali belirlendiğinde gebeliğin sonlandırılması hem tıbbi açıdan hem de kanuni açıdan çeşitli problemler yaratabilmektedir. Bu yüzden daha ileri gebelik haftalarında genetik tanı gerektiğinde 48 saatte sonuç veren kordosentez (KS) tercih edilir.
Son zamanlarda doku ve hücre kültürü tekniklerinin gelişmesi bu süreyi 1-2 haftaya kadar indirmiştir. Ancak bu laboratuar donanımı henüz yaygın olmadığından AS için belirlenen sınırlar halen geçerlidir.

AS nasıl uygulanır?
Anne adayına ayrıntılı bir ultrason yapıldıktan ve bebeğin uterus içindeki haritası çıkarıldıktan sonra karın cildi antiseptik maddeyle silinir. Ulltrason eşliğinde işleme uygun incelikte iğne (genellikle spinal anestezide kullanılan iğneler tercih edilir) karnın uygun bir yerinden girilerek uterusa ve buradan da amnios sıvısının bulunduğu uterus boşluğuna ulaşılır. Enjektör yardımıyla çekilen amnios sıvısının ilk 0.5 mililitrelik kısmı atılarak yeterli miktarda sıvı çekilir. Tekrar bir ultrason değerlendirmesi yapıldıktan sonra iğne yerinden çıkarılır ve işleme son verilir. Alınan amnios sıvısı materyali oda sıcaklığında laboratuara teslim edilir.
Genetik amaçlı AS'de ortalama 20 mililitre sıvı alınır.(30ccye kadar) Bu miktar 16. gebelik haftasında olan bir bebeğin toplam amnios sıvısı miktarının %10'una tekabül eder. Bebeğin 3 saat içerisinde bu alınan sıvıyı tümüyle yerine koyduğu tahmin edilmektedir.
Amnios sıvısı bebeğin cilt, solunum sistemi, sindirim sistemi, idrar boşaltım sisteminden dökülen hücrelerin olduğu bir sıvıdır. Bu hücreler kültür ortamında çoğaltılarak sitogenetik analiz (kromozom haritası), enzim ve DNA analizi için kullanılır. Sıvının kendisi ise AFP ve asetilkolinesteraz (ACE) gibi maddelerin ölçümü için kullanılır. ACE ölçümü özellikle amnios sıvısında AFP yüksek bulunduğunda yüksekliği doğrulamak için çok değerli bir yöntemdir.
AS'nin ne gibi riskleri vardır?
AS ilk geliştirildiği günlerde henüz ultrasonografi gibi hassas görüntüleme yöntemleri olmadığından "körlemesine" uygulanmakta ve çeşitli istenmeyen durumların oluşmasına neden olmaktaydı. Günümüzde bu durumlar azalmış olmakla beraber her invaziv (vücudun "bütünlüğünü" bozarak yapılan) işlemde olduğu gibi çeşitli riskler söz konusu olabilmektedir.
İşlem yapılırken en sık oluşan istenmeyen durum iğnenin girmesiyle amnios zarının uterusa bağlı olduğu yerden ayrılması ve zarın iğnenin üstünde "çadırlaşarak" sıvının içine girmeye müsaade etmemesidir. Tecrübeli bir operatör bu durumla kolaylıkla başa çıkabilirken amnios zarının uterus duvarından geniş bir alanda ayrılması durumunda işlemi 1-2 hafta sonrasına ertelemek gerekebilir.
Ultrasonun olmadığı dönemlerde "körlemesine" yapılan AS uygulamalarında enjektöre sıvı gelmemesi durumunda iğne yerinden çıkarılıp başka bir yerden tekrar batırılmakta, yani bir işlemde çok sayıda giriş yapma durumunda kalınmaktaydı. Çok sayıda giriş bebeğin işleme bağlı ölme riskini artıran bir durumdur, ancak günümüzde özellikle ikiden fazla giriş gerektiren durumlar ender olarak görülmektedir.
Bebeğin işleme bağlı yaralanma riski de günümüzde rutin olarak ultrason yardımıyla yapılan AS'lerde oldukça azalmıştır. Ultrasonsuz dönemlerde bebeğin her türlü organında iğne batması sonucu yaralanmalar oluşabilmekteyken, günümüzde bunların sayısı çok azalmıştır. Meydana gelen yaralanmaların büyük kısmı bebeğin cildine iğne batması gibi zararsız sayılabilecek yaralanmalardır.
İşleme bağlı olarak annenin dolaşımına değişen miktarlarda kan hücresi geçişi olmaktadır. Bu durum genellikle bir problem yaratmaz. Ancak anne adayıyla baba adayı arasında Rh uygunsuzluğu olduğu durumlarda bebeğin kan grubu da pozitifse problem yaratabilir. Bu durumda daha önceden Rh pozitif bir kan hücresiyle karşılaşmamış olan anne adayı savunma sistemi bu hücrelere karşı antikor üretmeye başlar, yani sensitize olur (duyarlılaşır). Bu, mevcut olan bir gebelikte bir problem yaratmamasına karşın sonraki gebeliklerde anne adayı tekrar Rh (+) kanla karşılaştığında daha önceden sensitize olup hazırlandığı için çok daha hızlı tepki göstererek bebeğin kan hücrelerinin parçalanmasına neden olabilir. Bu yüzden işlem sonrası anne adayına bir doz Rh immunglobulin (Rhogam) uygulanır. [Rh uygunsuzluğu]
Bebeğin işlem esnasında aniden ölmesi de nadir görülen bir durumdur. Bunun işlemin bebekte yarattığı "stresin" nörolojik yolla kalbin durmasına bağlı olduğu düşünülmektedir.
İşleme bağlı olarak amnios sıvısında enfeksiyon meydana gelme riski de aseptik (steril, yani bakterilerden arındırılmış) şartlar mevcut olduğunda ve kurallara uyulduğunda oldukça düşüktür. Ancak ikinci trimesterde amnios sıvısının savunma mekanizmaları henüz az gelişmiş olması nedeniyle enfeksiyonlar ağır seyredebilir.
Genetik tanı amacıyla yapılan amniosentez sonrası yaklaşık %1-2 anne adayında "su gelmesi" şeklinde yakınmalar olmaktadır. Bu durum genellikle 48 saat içinde kendiliğinden iyileşir.
AS uygulanan annne adayının enfeksiyon bulguları (ağrı, ateş, akıntı gibi), kanama, su gelmesi gibi bulguları doktoruna mutlaka haber vermesi gerekir. İstirahat mutlak zorunlu değildir ancak bedeni zorlayan işler yapılmamalı ve cinsel ilişkiye 3 gün ara verilmelidir.
Bebeğin işleme bağlı kaybedilme oranını belirlemek güçtür. Zira bebeklerin bir kısmı AS uygulanmasa da başka nedenlere bağlı olarak ölebilmektedir. Bu konuyu aydınlatmak için yapılan bir çalışmada AS yapılmamış anne adaylarının bebeklerinin ölme oranı %3, AS yapılan anne adaylarının ise %3.2 olduğu, yani AS'nin bebeğin ölme riskini çok az artırdığı belirlenmiştir.
Amnios sıvısı embolisi (amnios sıvısının kana geçmesi ve akciğer ana atardamarını tıkamasıyla meydana gelen çok ciddi bir durum) gibi durumlar ise çok nadiren meydana gelebilir.
Çoğul gebeliklerde amniosentez mümkünmüdür?
Bir zamanlar çoğul gebeliklerde amniosentez uygulaması sakıncalı olarak görülürken günümüzde artık böyle değildir.
Çoğul gebeliklerde bebeklerin ultrason ile ayrıntılı olarak üç boyuttaki yerleri iyi bilinmeli ve sıvının iki (ya da daha çok sayıda) bebekten ayrı ayrı alındığından emin olunmalıdır. Bu amaçla ilk bebeğin AS işlemi tamamlandıktan sonra aynı iğneden bu keseye bebeğe ve anne adayına zararı olmayan indigokarmen adlı boya verilir. İkinci bebeğin amniosentezi yapılırken gelen sıvının boyalı olması yanlış kesede olunduğuna işaret eder ve yeni bir deneme yapılır. Gelen sıvının berrak olması durumunda sıvının diğer bebekten alındığından kesinlikle emin olunur. Monoamniotik (tek keseli) ikizlerde ise bu ayrım mümkün olmadığından birbirinden oldukça uzak iki nokta seçilerek her iki bebeğe ait hücreler elde edilmeye çalışılır.

AS sonuçları nasıl raporlanır?
Sitogenetik analizle bebeğin kromozomlarının sayısal anomalisi olup olmadığı ve belirgin yapısal bozukluk olup olmadığı belirlenir. (resimde hücrenin kromozomları, henüz haritalanma yapılmadan önceki dağınık hallerinde görülmektedir.)
AS yapıldıktan sonra laboratuardan bebeğin kromozomlarının normal olduğunu belirten ve cinsiyetinin de bildirildiği bir rapor gelir (46 XX-kız bebek; 46 XY-erkek bebek gibi). "Normal" olarak gelen bu rapor bebekte yapısal doğumsal anomaliler, mikrodelesyon ve mikroduplikasyon gibi minimal kromozom kusurlarını ve özel teknik gerektiren frajil X sendromu gibi hastalıkların olmadığını gösteremez.
Yukarıda kromozom haritası sonrası erkek bir bebeğin 46XY şeklindeki kromozomları görülmektedir.
Tek gen hastalıklarının tayini için özel bir teknik kullanılmamışsa, kromozomların mikrodelesyon ya da duplikasyon gibi nadir görülen anormalliklerini belirlemek için özel bir teknik kullanılmamışsa, AFP ya da ACE gibi maddeler ölçülmemişse, enzim tayini yapılmamışsa gelen bilgiler yanlızca yukarıdaki gibi olur. Frajil X sendromu (erkek çocuklarında önemli bir zeka geriliği nedeni olan bir kromozom anomalisi) da ancak özel kültürlerde gözlenebilir.
Bebekte bir kromozom anomalisi belirlenmişse laboratuar bu durumu bildiren bir rapor hazırlar (Trizomi 21 (Down sendromu); 45 X0-Turner sendromu gibi).
Laboratuar rutin sitogenetik analiz dışında özel bir inceleme gerektiren durumlar için önceden haberdar edildiğinde bu özel teknikleri uygulayarak sonuç bildirir. Özel teknik kullanılacak durumların ise anne ve baba adayında belli bir hastalık için risk faktörlerinin varlığına bağlıdır ve AS uygulayan doktor tarafından laboratuara özel istek olarak bildirilir.
AS sonuçları güvenlimidir?
Normal çıkan bir kromozom analizinin hatalı olma payı çok çok düşüktür.
Anormal bir durum oluştuğunda gerekli görüldüğünde KS (kordosentez) gibi bir yöntemle bu sefer bebekten kan örneği alınarak anormal durumun doğrulanması gerekebilir.
Tanıda problem yaratanlar kromozomlarda inversiyon, translokasyon, ya da mozaik gibi anormal durumlardır. Bunlar saptandığında doğacak bebeğin bundan nasıl etkileneceğinin önceden belirlenmesi mümkün olmayabilir. Anne ve baba adaylarından birinde aynı tip bozukluk varsa ve normalse, bebekleri de büyük olasılıkla normal olacaktır.

NTD riskinin yüksek çıkması:

NTD riskinin yüksek çıkması: 
NTD riski AFP değeri gebelik haftasına göre yüksek çıktığında yükselir. Bu durumda ilk yapılması gereken ayrıntılı ultrason ile AFP'de yükselmeye neden olabilecek NTD dışı durumların belirlenmesidir. Gebelik haftasının son adet tarihi ile uyumsuz olması, çoğul gebelik gibi etkenler AFP yüksekliğini açıklayabilir. Ya da NTD'nin ileri şekli olan ve yaşamla bağdaşmayan anensefali (bebeğin beyin dokusunun olmaması) saptanabilir. Bazı durumlarda gastroşizis ya da omfalosel gibi karın duvarı defektleri AFP yüksekliğinin nedeni olabilir. Bunlar yoksa yüksekliğin kaynağı olarak omurga kanalındaki açık defektler (spina bifida) ayrıntılı bir şekilde taranır. 
Açıklanamayan AFP yüksekliği durumunda bu sefer amniosentez ile alınan amnios sıvısında AFP değeri belirlenir. Bu değer de yüksekse ileri inceleme olarak amnios sıvısında asetilkolinesteraz aktivitesi artışı aranır. Ayrıntılı ultrasonda AFP yüksekliğine neden olabilecek patoloji %95 olasılıkla gözlenir.

Down sendromu riskinin yüksek çıkması:


Down sendromu riskinin yüksek çıkması:
Down sendromu riski 1:200 ve daha yüksek çıktığında (örneğin 1:180) genel olarak anne adayına amniosentez önerilir. Amniosentez anne adayının karnına batırılan ince bir iğne yardımıyla bebeğin amnios sıvısından belli bir miktar örnek alınması demektir. Bu örnek daha sonra özel bir ortamda bekletilerek içindeki bebeğe ait hücrelerin çoğalması beklenir. Çoğalma belli bir aşamaya geldikten sonra hücrelerin kromozom haritası çıkarılır. Bu kromozom haritasında Down sendromunun varlığı ya da yokluğu, diğer bazı kromozom anomalilerinin varlığı ya da yokluğu büyük bir hassasiyetle belirlenir.
Üçlü test sonucuna göre amniosentez uygulanmasının tavsiye edildiği rakam doktorlararası farklılıklar gösterebilir. Bazı doktorlar 1:270 rakamından itibaren amniosentez önerirler. Amniosentez uygulanması gereken ya da uygulanmasının gerekmediği durumlar için ultrasonda bebekte Down sendromu düşündürecek bulguların gözlenmesi ya da gözlenmemesi de önemlidir.

ÜÇLÜ TEST


Üçlü test
Üçlü test tüm anne adaylarına 16.-18. gebelik haftaları arasında önerilen bir kan testidir. Anne adayından alınan kanda üç ayrı hormon ölçümü yapılır. Hormon ölçüm sonuçları, anne adayının yaşı, kilosu, sigara kullanıp kullanmadığı gibi değişkenler ve gebelik haftasıyla birlikte özel bir bilgisayar programına girilerek işleme tabi tutulur. Bu işlem neticesinde anne adayının bebeğinde Trisomi 21 (Down sendromu), Trisomi 18 ve nöral tüp defekti (NTD) varolma olasılığı belirlenir. Hazırlanan üçlü test raporunda bu üç anormal durum için risk ayrı ayrı belirtilir
Anne adayından uygun gebelik haftasında alınan kanda ölçülen hormonlar gebelik testi bahsinden de tanıdığınız hCG (human chorionic gonadotropin) hormonu, büyük kısmı bebeğin karaciğerinden salgılanarak anne adayının kanına geçen AFP (alfa fetoprotein) hormonu ve uE3 (konjuge olmayan estriol) adlı hormondur. Bu hormonların anne adayı kanındaki değerleri gebelik haftalarına göre önemli değişiklikler gösterir.
Üçlü testin geliştirilmesi aşamasında gebelik haftası kesin olarak bilinen çok sayıda anne adayından alınan kanlarda bu üç hormonun ölçümleri yapılmış ve normal değerler alt ve üst sınır olarak belirlenmiştir. Bu normal değerler kolaylık ve birimlerde eşitleme sağlama açısından MoM (multiple of median-ortalamanın katları) olarak belirtilir. Ölçüm yapılan bu anne adaylarından daha sonra Down sendromlu, Trizomi 18'li ve NTD'li doğum yapanların hormon değerlerinde MoM değerinden sapma dereceleri hesaplanarak, ne kadar sapmanın riski ne derece artırdığı istatistiksel olarak belirlenmiş ve risk belirleme sistemi bir bilgisayar programı yardımıyla otomatize edilmiştir.
Özet olarak; alınan kanda belirlenen MoM değerleri, yaş, kilo, gebelik haftası gibi değişkenlerle birlikte bilgisayar programına girilmekte ve bu program altyapısında bulunan verilerle karşılaştırma yaparak normalden sapmanın derecesine göre riski rakamsal olarak vermektedir.
Üçlü testte Down sendromu risk tahmini
Down sendromu (Trizomi 21) risk tahmini anne adayının yaşı, kilosu ve üç hormon ölçümü kullanılarak yapılır. Down sendromunda AFP ve uE3 gebelik haftasına göre olması gerekenden düşük, HCG ise olması gerekenden yüksektir. Bilgisayar programı bu üç hormonun gebelik haftası ve kiloya göre normalden sapmalarını belirler ve yaşla birlikte anne adayında Down sendromlu bebek taşıyor olma riskini belirler.
Burada da en önemli nokta testin yapıldığı anda gebelik haftasının doğru belirlenmiş ve bilgisayara doğru girilmiş olmasıdır.
Üçlü testin doğruluğu
Üçlü testin verdiği rakamlar nispeten geçerli rakamlardır. Yukarıdaki özelliklere (yaş, kilo, hormon değerleri ve gebelik haftası) sahip 37000 anne adayının bebeklerinin doğumu hakkında bilgi sahibi olma imkanımız olsa, bunlardan birinin Down sendromlu bebek doğurduğunu görebiliriz. Benzer şekilde Down sendromlu bebek doğurma riski örneğin 1:230 olarak belirlenmiş aynı özelliklere sahip 230 anne adayından birisi Down sendromlu bebek doğuracaktır.
Unutulmaması gereken en önemli nokta üçlü testin tanı koymadığı yanlızca tarama yaptığıdır. Tarama testlerinin amacı belli bir hastalık açısından riski yüksek olan kişileri belirlemek, yani bir hastalığın esas tanısını koyduracak testin kimlere uygulanmasının gerekli olduğunu belirlemektir. Dowwn sendromunun kesin tanısı amniosentez ile elde edilen fetal hücrelerin kromozomlarının incelenmesiyle konur. Amniosentezi her anne adayına uygulayamayacağımıza göre, kimlere uygulamamız gerektiğini bilmeliyiz. İşte üçlü test bunun ayrımını yapmada bize yardımcı olur.
Üçlü testin doğruluğunu kısıtlayıcı en büyük faktör bebeğin gebelik haftasının yanlış değerlendirilmesi, kilonun hesaba katılmaması ve çoğul gebelik olgularının gözardı edilmesidir. Gebelik haftası belirlenirken anne adayının belirttiği son adet tarihi ultrasonla mutlaka teyid edilmelidir.


Gebelikte grip

Her kış mevsiminde, havaların soğumasıyla birlikte gribal enfeksiyonlar da kendini göstermeye başlar. Anne adaylarının da en çok çekindikleri konu; gebelikte gribe yakalanmaktır.

Her kış mevsiminde, havaların soğumasıyla birlikte gribal enfeksiyonlar da kendini göstermeye başlar. Anne adaylarının da en çok çekindikleri konu; gebelikte gribe yakalanmaktır. Bir başka korkulan şey de; gribe yakalandıktan sonra kullanmak zorunda kalınacak ilaçlardır. Bütün bunlar için öncelikle gribal enfeksiyonlara kabaca bir göz gezdirelim. Grip, Çok hafif bir şekilde, ayaktan geçirilebildiği gibi, bazen çok şiddetli belirtilerle insanı canından bezdiren, ve bazen de zatürree gibi hayatı tehdit eden sorunlara neden olabilen oldukça ciddi bir virüs enfeksiyonudur. Grip virüsü son derece bulaşıcıdır. Virüs taşıyan kişi ile aynı ortak havayı soluyor olmak bile hastalığa yakalanmak için yeterli olabilir. Grip, önemsenmesi gereken bir enfeksiyondur. Damlacık enfeksiyonu ile solunum yollarına geçen virüs, ani ateş yükselmesi, titreme, baş ve kas ağrıları, genel bir kırgınlık, gözlerin yaşarması ve yanması, kuru öksürük, burun akıntısı ve tıkanıklığı gibi belirtilerle kendini gösterir. Genellikle bir hafta kadar sürebilen belirtiler, bazen daha ağır solunum yolları hastalıklarına dönüşümle de seyredebilir. Bu nedenle gribin tedavisini hafife almamak gerekir. Hamilelik döneminde anne adayının bağışıklık sisteminin yanısıra dolaşım ve solunum sisteminde de değişimler olması nedeni ile özellikle komplikasyonlar açısından daha yüksek risk altında olduğu bilinmelidir. Hamilelikte gribin çeşitli komplikasyonlarla seyretmesi, bebeğin sağlığını tehdit edebildiği gibi anne adayının huzursuz olmasına da sebep olur.
 Bebeğim etkilenir mi ?... Grip mevsimi geldiğinde alınan her türlü önleme karşın anne adayları, bu hastalığa yakalanabilirler. Normal insanların bile günlük yaşam süreçlerini aksatan grip hastalığı, anne adayları için daha ağrı bir hale gelebilir. Gripte yaşanan öksürük, burun akıntısı gibi belirtileri hafifletmek için ilaç almanın da bebeğe zarar verebileceğini düşünen anne adayları, ilaç kullanmayı redederek grip sürecini atlatmakta zorlanabilirler. Öte yandan hamileliğin son dönemlerinde gribe yakalanan bir anne adayının doğum sonrası hastalığını bebeğine geçirme riski de vardır. Grip virüsü normal koşullarda bebeğe geçmesi beklenen ve bebekte istenmeyen durumlar yaratan bir hastalık değildir. Ancak bazen grip, zatürree gibi hayatı tehdit eden durumlara yol açabildiğinden, özellikle de hamilelikte hafife alınmaması gereken bir hastalıktır. Ateşiniz yükselirse mutlaka doktorunuza danışın Gribin ağır seyrettiği haller, bazen yüksek ateşle kendini gösterir. Ateşin 39 dereceyi geçtiği durumlarda, bebek olumsuz etkilenebilmektedir. Hatta hamileliğin son aylarında olunması, doğum sancılarının başlamasına bile neden olabilmektedir. Bunun için yüksek ateşin kontrol altına alınması şarttır. Ancak bu kontrolün Yine doktor tavsiyesinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca nezlenin sinüzite, öksürüğün bronşite dönüştüğü durumlarda, doktor önerisiyle gerekirse antibiyotik de kullanmak gerekebilir. Doktora danışmadan ilaç almayın Günümüzde genelde sağlıklı ve bilinçli olan anne adayları, çoğu zaman hamilelik döneminde gribe bağlı ciddi komplikasyonlar yaşamazlar. Ancak gribin ağır seyretmesi ihtimaline karşı, doktor önerisi eşliğinde tedavi olmak gerekir. Diğer grip geçiren insanlarda olduğu gibi, anne adaylarının da dinlenmeleri, beslenmeleri ve uykularına dikkat etmeleri önem taşır. Bunun dışında vücut bağışıklığını düşüren yorgunluk stres gibi faktörlerden uzak durmak da şarttır. Gribe yakalanmış anne adaylarının gereken doktor denetiminde, gribin seyrini hafifletecek bazı ilaçlar alması mümkün. Ancak, 5 ila 12. haftalar arasında alınan ilaçlar, bebekte doğumsal kusurlara neden olabildiğinden, doktora danışılmadan ilaç kullanılmamakta fayda vardır. Grip aşısı ilk üç aydan sonra yapılmalı Henüz grip mevsimi başlamadan önce, bağışıklık sistemini virüse karşı hazır duruma getirmek için vücuda uygulanan maddeler grip aşısı olarak adlandırılır. Hamilelik döneminde ilaç alımında olduğu gibi, grip aşısı yaptırma konusunda da doktora danışmak gerekir. Doktoru tarafından aşı yaptırması konusunda onay alan anne adaylarının, aşı yaptırabilmeleri için bebeklerinin gelişim süreçlerini dikkate almaları şarttır. Çünkü bebek, anne karnındaki gelişimini 3. aydan sonra tamamladığı için bu süreden önce anne adayına grip aşısı yapılmaz. Bu süreç geçtikten sonra anne adayının aşı yaptırması mümkündür. Böylelikle anne adayında gelişen antikorların bir miktarı bebeğe de geçerek yaşamının ilk aylarında onu da gribe karşı korumasında etkili olabilmektedir. Doğal tedavi yollarından da yararlanılabilir Hamilelikte yakalanan gribin etkilerini doğal yöntemlerle de hafifletmek mümkündür. Yani burun tıkanıklığını, öksürükleri ve boğaz ağrısı gibi belirtilerin seyrini çeşitli şekillerde yavaşlatabiliriz. Örneğin;
 Burun tıkanıklığı varsa ; Gribin en sevilmeyen semptomlarından biri de burun akıntısıdır. Hamile olmadan önce gönül rahatlığı ile kullanılan burun damlalarını anne adaylarına tavsiye etmek pek mümkün değil. Her ne kadar birkaç damla burun damlası, bebek için hayati tehlike anlamına gelmese de, önce kana sonra da bebeğe ulaşabildiğinden anne adaylarına pek tavsiye edilmez. Bunun yerine evde bir silme tatlı kaşığı tuzun yarım litre suda çözülmesi şeklinde bir serum fizyolojik hazırlanması daha sağlıklı olur. Bu karışımı bir pipet aracılığı ile burna doğru çekmek, burun tıkanıklığının geçmesine yardımcı olur.
 Öksürükler;
 Öksürük, bazı yollarla yumuşatılarak akciğerlerde biriken balgamın dışarı atılması kolaylaştırılabilir. Özellikle balgam sökücü özelliği olan doğal tedavilerin faydası olabilir. Ballı ılık sütü bu anlamda faydalı bir karışım olarak belirtmek mümkün. Bunun dışında ılık limon ya da elma suyu içerek de öksürüğü hafifletmek söz konusu olabilir. Ayrıca öksürüklerin şiddetli olduğu durumlarda, bebeği olası bir olumsuzluktan korumak için doktorunuz da size bir şurup önerebilir.
 Boğaz ağrısı ;
 Boğaz ağrılarının giderilmesi konusunda bebeğe zarar vermesi açısında tablet kullanımında da bir uzmana danışılması önem taşımaktadır. Boğaz ağrılarına karşı adaçayı ile yapılan gargaralar da ağrının giderilmesinde yardımcı olmaktadır.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Hamilelikte kontrol

İlk Kontrolde nelere bakılır?
Bebeğin plasentası (eş) arkasında kanama olup olmadığı kontrol edilir Gebe kalınmadan hemen önce bakılmadıysa Kan biyokimyası ve enfeksiyon ile ilgili testler bu haftada yapılır. (Tam kan, TİT, Kreatinin, AKŞ, SGOT, SGPT, TORCH tetkikleri) Fetal kalp atımları değerlendirilir. İlk ultrasonda kalp atımı görülmedi ise, 10 gün sonra tekrar USG yapılır ve boş gebelik ekarte edilir. Çoğul gebelik varlığı araştırılır. Tüp bebek hastalarında glukophage, utragestan, calciparin 12. haftasında kesilir. Annenin kilo, tansiyon takibi yapılır. Başlanılmadıysa Folik Asit 400-800 mg/gün başlanılır.
  11-14 hafta Kontrolü nedir? Neye bakılır?
Nuchal Translucency (Nukal Saydamlık) değerlendirilip gerekirse annenin kanından bakılan biokimyasal marker'larla kombine edilir. (İKİLİ test) Üçüz ve üzeri sayıdaki çoğul gebeliklerde gerekli görülürse Redüksiyon (indirgeme) işlemi bu haftada yapılır. Ense şeffaflığı testi yapılırken bebeğin o haftalar için oluşması gereken organlarına ve extremitelerine bakılır. Burun kemiği gelişip gelişmediği araştırılır. Mesanesinin gelişip gelişmediği araştırılır. Annenin kilo, tansiyon takibi yapılır. CVS (Koryon villus biopsisi-plasenta iğne biopsisi) eğer gerekiyorsa bu haftalarda yapılabilir.
  16-18 hafta Kontrolünde neler kontrol edilir?
İkili test yapılmadı ise ÜÇLÜ Test yapılır. NTD (Merkezi Sinir Sistemi Defektleri-Spina Bfida) için kontrol yapılır. İdrar kültürü yapılır. Çoğul gebeliklerde rahim ağzından kültür alınır ve rahim ağzı uzunluğu değerlendirilir. Multivitamin ve demir tedavisine başlanır. Karında çatlak oluşumunu önlemek için krem başlanabilir. Fetal biyometri (ölçümler) yapılır. Annenin kilo, tansiyon takibi yapılır. Eğer gerekli ise Amniosentez (su kesesinden su alınması) 16. hafta ile bu haftalar arasında yapılır.
  20-23 hafta Kontrolün önemi nedir? 
 Genel anomali taraması yapılır ve gerekirse kalp anomalilerinin tespiti için hastanemizin prenatal kardioloğu tarafından fetal ekokardiografi yapılır. Fetal biometri yapılır. Tekil olanlar dahil bütün gebeliklerde rahim ağzı uzunluk ölçümü yapılır. Uterin arterin vaginal ve abdominal Doppler ile değerlendirilmesi yapılır. Tekil gebeliklerde 20 mm'den , çoğul gebeliklerde 25 mm'den küçük ölçümlerde serklaj (Rahim ağzına dikiş) uygulaması yapılır. Fetal biyometri ve cerebellumun değerlendirilmesi yapılır. Genel anomali taraması yapılır. Annenin kilo, tansiyon takibi yapılır. Kordosentez (kordondan kan alınması) gerekli ise bu haftalardan itibaren yapılabilir.
  27-28 hafta Kontrolü hakkında bilgi verir misiniz?
Fetal biometri uygulaması ve cerebellumun değerlendirilmesi yapılır. Uterin arter Doppleri yapılır. 50gr ile oral Glucose Challenge Test yapılır. (Şeker Tarama Testi) Rh uyuşmazlığı olanlarda anneye 120 veya 300 iu Anti-D (28hafta tamamında) yapılır. Tekrarı gerekmez. Annenin kilo, tansiyon takibi yapılır.
  31-32 hafta Kontrolünde nelere bakılır?
Fetal biometri ve cerebellumun değerlendirilmesi yapılır. Annenin kilo, tansiyon takibi yapılır.
  34-35 hafta Kontrolünde nelere bakılır? 
Fetal biometri yapılır.,
 NST (Bebeğin kalp grafisi ile birlikte sancı olup olmadığını ve bebeğin hareketlerini kaydeden cihaz) yapılarak değerlendirilir. Annenin kilo, tansiyon takibi yapılır.
  36-37 hafta Kontrolünde nelere bakılır?
Fetal biometri yapılır. NST yapılarak değerlendirilir. Annenin kilo, tansiyon takibi yapılır.
 37. haftadan sonra Doğum öncesi 7-10 günde bir durum değerlendirilmesi yapılır...

Riskli gebelikler

Yüksek riskli gebelikler anne ya da fetüs üzerine olumsuz etki oluşturabilecek bir hastalık ya da çevresel faktörlere bağlı gelişen klinik bir durum olarak tanımlanıyor. Ancak günümüzde uygulanan yöntemlerle, bebek henüz yaşama fonksiyonları kazanmadan bu risklerin belirlenmesi ve tedavilerin yapılması amaçlanıyor. Yüksek riskli gebelikler, anneye, bebeğe ya da her ikisinin de bir arada olduğu gebeliğe ait bazı problemlerden kaynaklanabiliyor. Hangi nedenle olursa olsun, yüksek riskli gebelik grubuna giren hastaların daha yakından takip edilmeleri gerekiyor. Bebeğe ait risk faktörleri Yüksek riskli gebeliklerde, bebeğe ait olan en önemli risk faktörleri, bebeklerde genetik bir bozukluğun yani kromozomal bazı problemlerin olması. Halk arasında en çok bilinen Down sendromu bunlardan sadece birisi. Down sendromlu çocuklar 50-60lı yaşlara kadar yaşayabilseler de, bu yaşlara kadar anne ve babaya bağımlı bir yaşantı sürüyorlar. Down sendromunun erken dönemde tanınması, ailenin isteğine göre hareket edilmesine olanak sağlıyor. En çok karşılaşılanı Dowm sendromu olsa da daha bir çok kromozomal anomali olduğunu belirten Acıbadem Bursa Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. H. Alper Tanrıverdi, “Bazı doğumsal sakatlıklar ya da anomalilerde bebeğin yakın takibini, özel bazı önlemlerin alınmasını ya da doğumdan hemen sonra ameliyat edilmesini gerektirebilen yüksek riskli gebelik durumları olabiliyor. Doğumsal sakatlıklar, düşünülenin aksine sık karşılaşılan bozukluklar. İrili ufaklı sakatlıların hepsini göz önünde bulunduracak olursak, 100 gebelikten 2 ya da 3ünde bu tür bir sakatlık oluyor. Ufak sakatlıklara kulak memesinin olmaması, bir meme başının biraz daha aşağıda yer alması gibi örnekler verebiliriz. Büyük sakatlıklar ise örneğin böbreğin olmaması, doğumsal kalp bozukluklarının olması gibi vücuttaki tüm sistemlerle ilgili ve çocuğu ciddi derecede sakat bırakacak, hatta yaşamasını engelleyecek kadar ciddi bozukluklar oluyor” diyor. Anneye ait risk faktörleri Anneye ait risklerin büyük bir kısmının, çok iyi bir öykü alarak, iyi iletişim kurarak ve muayene ederek belirlenebildiğini söyleyen Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Özlem Pata, annenin yaşının 18den küçük 35den büyük olmasının risk açısından önemli olduğunu belirtiyor. Doç. Dr. Pata, “Annenin daha önce 2 veya 3ten fazla gebelik kaybı varsa, adetlerinde düzensizlik varsa, daha önceki gebeliklerinde preeklampsi öyküsü, gebelikte hipertansiyon öyküsü varsa, ani bebek ölümü olduysa, daha önceki gebeliklerinde gizli şeker ortaya çıktıysa, anomalili çocuk ya da preterm doğum dediğimiz 37. gebelik haftası tamamlanmadan bir doğum gerçekleştirmişse o anne adayı risk grubundadır bizim için” diye konuşuyor. Normal gebelik süreci 37-40 hafta. Doğumun 37. gebelik haftasından önce gerçekleşmesi erken doğum olarak adlandırılıyor. Acıbadem Kadıköy Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü doktorlarından Doç. Dr. Tolga Ergin, “Türkiye de prematüre bebek doğum oranı yüzde 10’dur. Günümüzde yenidoğan yoğun bakım koşullarının iyileşmesi ile 24 hafta sonrası gebelikler yaşatılabilir hale gelmiştir. Ancak, hala erken doğum neonatal morbidite ve mortalite açısından en önemli risk faktörlerindendir” diyor. Doç. Dr. Ergin, rahim ağzının prekanseröz hastalıklarında, konizasyon ile rahim ağzının kısaldığı hasta grubunda rahim ağzı yetersizliğine bağlı bir erken doğum söz konusu olabileceğini vurguluyor. Doç. Dr. Ergin şöyle konuşuyor: “Bu hastalarda önleyici serklaj (rahim ağzına dikiş atılması) veya sık takiple rahim ağzı açılmaya başladığında uygulanacak tedavi amaçlı serklaj, yeni doğan bebeğin yaşam şansını artıracaktır. Anne adayları rahim kasılması hissettiklerinde, doğum süreci başlamadan hastaneye gelmeleri konusunda eğitilmeli. Ayrıca, zamanında uygulanacak ilaç tedavisi ile yeni doğanda görülebilecek bazı komplikasyonlar önlenebilecektir.” Tekrarlayan gebelik kaybı olan hasta grubunun bir başka problemli alanı oluşturduğunu söyleyen Doç. Dr. Ergin, “İki ve üzerinde ardışık gebelik kaybının olması durumunda tekrarlayan gebelik kaybından bahsedilir. Bu hasta grubunda rahim ağzı uzunluğu ölçülmelidir. Anne ve baba adayı, bulgu vermeyen bazı kromozom hastalıkları açısından taşıyıcı olabilir. Yine gebe kadının rahmine özgü bazı yapısal bozukluklar tekrarlayan gebelik kayıplarından sorumludur. Son yıllarda, kandaki pıhtılaşma mekanizmalarındaki bozuklukların, tekrarlayan gebelik kayıplarına yol açtığı bulunmuştur. Trombofili adını verdiğimiz bu hasta grubunda gebe kalmadan önce sorun belirlenmelidir. Pıhtılaşmayı engelleyici ilaçlar gebelik öncesinde ve gebelik sürecinde kullanılıp sağlıklı bir çocuk sahibi olmaları sağlanmaktadır. Bu hasta grubunda doğru ve etkin tedavi ile başarı şansı yüzde 80’lere ulaşmaktadır” diyor. Ayrıca annenin şeker, guatr, ciddi hormonal hastalıklar, yüksek tansiyon, kalp hastalığı, böbrek yetmezliği, kanser gibi mevcut herhangi ciddi bir hastalığının olması, hem anne hem bebek açısından gebelik üzerine ek bir stres getirebiliyor. Doç. Dr. Tanrıverdi, “Örneğin şeker hastası bir annenin, hastalığı kontrol altında değilse, bebeğin kan şekeri çok yükseleceği için anneyle beraber bebekte de bazı ciddi bozuklukların görülme olasılığı söz konusu. Annenin sigara ve alkol içmesi de önemli bir risk faktörü. Çünkü sigara yoluyla zehirli maddeler, bebeğin beslenmesi için önemli olan kan damarlarında kasılmaya neden oluyor ve böylece bebeğin kanlanması bozuluyor. Aslında gebelikte sigara içmek, annelerin bebeklerini zehirlemesi gibi bir şey” diyor. Doç. Dr. Pata ise, tiroid hastalıklarına dikkat çekerek şu bilgileri veriyor: “Anne adayında hipotiroidi (tiroid bezinin az çalışması) varsa gebelik komplikasyonlarının arttığını biliyoruz. Mesela preeklampsi (gebelik zehirlenmesi), düşük doğum ağırlığı, postpartum (geç doğum), kanama oranları hipotroidilerde daha fazla. Bazı tiroid hastalıkları bebekte de guatra neden olabilir. Gebelik öncesinde zaten tiroid hastalığı olan ve ilaç kullanan annelerin doktorlarına danışmadan ilaçlarını bırakmamaları gerekiyor. Çünkü biz gebelikte tiroidi kontrol altında tutmak için ilaçları kullandırıyoruz.” Gebeliğe ait risk faktörleri Gebeliğin kendisinden kaynaklanan bazı özel hastalıklar da bulunuyor. Bunlardan en önemlisi, her 100 kadından 7-8inde görülebilen ve halk arasında gebelik zehirlenmesi olarak da bilinen preeklampsi. Preeklampsinin, yüksek tansiyonla seyreden, gerek anne hayatını tehdit edebilecek gerekse bebekte bazı ciddi olumsuz sonuçlara neden olabilecek bir hastalık olduğunu belirten Doç. Dr. Pata, hastalığın nedeninin tam olarak bilinmediğini söylüyor. Doç. Dr. Pata, “Gebelikte hızlı kilo alımlarında dikkatli oluyoruz. Çünkü preeklampsinin erken bulgusu olabilir. Baş ağrısı, gözlerde kararma, ellerde özellikle şişme oluşur, yüzükler dar gelmeye başlarsa ya da ayaklarda ödem olursa mutlaka haberimiz olsun isteriz. Çünkü bu duruma, bir çok sistemik problem de ekleniyor. Karaciğer ve böbrek fonksiyonları bozuluyor, hatta böbrek yetmezliğine kadar giden ciddi bir tablo ortaya çıkıyor. Preeklampsi önceden öngörecek güvenilir bir testimiz yok. Ultrasonografinin bu konuda biraz yardımı var, ama annede preeklampsi olduğunu ortaya koysak da, bu hastaya ne yapacağımızı, nasıl engelleyebileceğimizi henüz bilemiyoruz. Ama tanı koymak anneyi daha sık aralıklarla çağırmak, büyüme ve gelişme geriliği yönünden bebeği daha sık incelemek, idrarda protein bakarak preeklampsi gelişimi yönünden dikkat etmemizi sağlıyor” diyor. Gebelikte ortaya çıkan ve gebelikten sonra ortadan kalkan bir başka hastalık da gebeliğe ait şeker. Anne adaylarının yüzde 5’inde görülen ve halk arasında gizli şeker olarak bilinen bu hastalık, tipik bir gebelik bozukluğu. Gebelik şekeri doğumdan sonra düzelse de, bu anne adaylarının ileriki yıllarda diyabete yakalanma olasılığı da yüksek. Gebelik diyabeti olan olgularda doğum ağırlığı yüksek, iri bebek doğurma olasılıkları da oluyor ve bu durumda morbidite artabiliyor. Tarama testleri Gebelik tanısı konulduktan sonra, anne adayının her 4 haftada bir kontrol edilmesi gerekiyor. Bu takiplerde hastayla konuşuluyor, bir şikayeti olup olmadığı araştırılıyor, tansiyonu ve kilosu ölçülüyor, gebeliğin seyri takip ediliyor, idrar tahlili ve bazı kan tetkikleri yapılıyor. Düzenli idrar tahlili oldukça önemli, çünkü idrar enfeksiyonları bazen hasta fark etmeden oluşabiliyor ve bu durum erken doğum tehdidinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Kan tetkikleri ise kızamıkçık, sarılık ve diğer viral enfeksiyonların araştırılması açısından çok önemli. Anne adayının kan seviyesine 2 ya da 3 ayda bir genel olarak bakmak da oldukça önemli çünkü gebelikte kansızlık ortaya çıkabiliyor. Kansızlık saptandığında anne adayına demir tedavisi veriliyor. Takip sırasında özellikle risk durumlarının saptanması için bazı tarama testleri olduğunu belirten Doç. Dr. Tanrıverdi, bu testleri şöyle anlatıyor: “Bunlar arasında en önemlisi, halk arasında zeka testi olarak bilinen ve kromozomal anomalileri saptamaya yardımcı olan 3lü ve 2li testler. 3lü test, gebeliğin 16 ile 18. haftaları arasında yapılan bir tarama testi. Bu testle bebeğin risk grubunda olup olmadığı saptanıyor. Ancak test pozitif çıktı diye, o annenin bebeği mutlaka Down sendromlu olacak diye bir şey yok. Risk grubunda saptanan bebeğe, daha ileri tanı testlerinin yapılması gerekiyor. Bu testler, amniyosentez, koryon villus biyopsisi ve kordosentez adlarını alıyor. Hamileliğin daha erken döneminde, 11 ile 14. hafta arasında yapılan, duyarlılığı daha yüksek ve daha güvenilir bir diğer test de 2li test. Aynı mantık bu test için de geçerli, farkı daha erken dönemde yapılması. Bir ek özelliği de bebeğin ultrasonografik olarak ense kalınlığının ölçülmesi. 1000 hasta teste alındığında 20 ila 30u risk grubunda kategorize ediliyor. Bunlara ileri tanı testi öneriliyor. Şeker hastalığının taranmasıyla ilgili olarak ise 24 ile 28 hafta arasında bir tarama testi uyguluyoruz. Burada ilk etapta 50 gr şeker testi yapılıyor. Şeker değeri 140ın üzerinde olan anne adayları, şeker hastalığı için risk grubunda kabul ediliyor. 140ın üzerinde olanlara, bu sefer “gr şeker testi’ denen tanı testini yapmak gerekiyor. Değerler yine yüksek çıkarsa bu kez anneye gizli şeker denilen gebelikte şeker hastalığı tanısı konuluyor. Tarama testi pozitif olduğu halde “gr şeker testi’ tamamen normal sonuçlanan anne adaylarına dikkat ediyoruz. Çünkü fazla kilo aldıkları zaman bu anne adaylarında da şeker hastalığı ortaya çıkabiliyor.” Tanı testleri Tarama testlerinden, 2li ya da 3lü tarama testleri ya da ultrason değerlendirmelerinden herhangi bir tanesinde bebeğe ait bir risk yani kromozom anomalileri çıkarsa, bu kez annelere kalıcı tanı testi uygulanıyor. Kadıköy Acıbadem Hastanesi Yüksek Riskli Gebelikler Ünitesi Sorumlusu Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Arda Lembet, tanı testlerini şöyle anlatıyor: -14 gebelik haftalarında ikili tarama veya erken tarama olarak bilinen bebeğin ense kalınlığı ölçümü ve anneden alınan kan analizinin sonucunda risk saptanması durumunda bebeğin plasentasından (eşinden ) koryon villus biyopsi yöntemiyle kromozom incelemesi yapılmaktadır. Bu şekilde amniyosentez zamanına kadar beklenmemiş olur ve anne- fetuse psikolojik açıdan çok bağlanmadan negatif bir sonuç çıkma ihtimalinde gebeliğin sonlandırılması da gebe için daha az yıpratıcı olmaktadır. Halk arasında karından su almak olarak bilinen amniyosentez dediğimiz yöntem, 16-19. gebelik haftalarında uyguladığımız diğer bir yöntemdir. Amniyosentez ile bebeğin kromozomlarının değerlendirilmesinde 200 işlemde 1 gebelik kaybı ihtimali bulunmaktadır. Bu risk koryon villus biyopsisindeki risk ile benzerdir. Bir de geç dönem gebeliklerde uyguladığımız kordosentez dediğimiz fetal kan örneklemesi testi var. Bunda da, bebek göbek kordonuna giden kan akımına gelip, oradan kan alıp, kromozomları tayin etme şansımız olabiliyor.” Fetal kan örneklemesi yönteminin avantajı sadece kromozomları değil bebekteki bazı diğer hastalıkları da saptayabilmek. Bu yöntem, örneğin Rh faktörü uygunsuzluğu varlığında bebekte kansızlık gelişmesi durumunda, kansızlığı saptayabildiği gibi, gerekirse anne karnında bebeğe uygun kan verilerek bu hastalığı tedavi etmeyi de mümkün kılıyor. Yine bu yöntem ile bazı tıbbi hastalıkların anne karnında tanısını koyup tedavi edebilme şansı doğuyor. Annede hipotiroidi veya hipertiroidi olan ve bebekte de guatr oluşan durumlarda, bebeğin göbek kordonundan, kandaki tiroid hormonları seviyesine bakarak bebeğin hangi safhada olduğunu anlama şansı veriyor. Bebekte tiroidin az mı ya da fazla mı çalıştığı saptandıktan sonra, az çalışan bir durum varsa amniyosentezle, amniotik keseye bir iğneyle girip bebeğe gerekli olan tiroid hormonunu verilebiliyor. Doç. Dr. Lembet, anne karnında tedavinin kullanılabildiği diğer hastalıkları şöyle anlatıyor: “Bunun dışında bebekteki bazı kalp hastalıklarını, özellikle kalp ritm bozukluklarını anne yoluyla tedavi edebiliyoruz. Bebekteki böbrek ya da idrar yolu tıkanıklıkları da bir diğer sorun. Bebeğin anne karnında suyu yeterli değilse ve idrar yollarında tıkanıklık varsa ve de anne karnında fetusun mesanesi örneklenerek yapılan incelemede fetusda böbrek fonksiyonlarını iyi olduğu saptandığı durumlarda, şant dediğimiz işlemi yaparak aradaki idrar yollarındaki tıkanıklığı giderme yoluna gidebiliyoruz.” "ÇOĞUL GEBELİK" durumunda ne yapılıyor? “Multifetal gebelik redüksiyonu” denilen, çoğul gebelikleri anne karnında indirgeme işleminde, anne karnındaki bebek sayısının azaltılmasıyla kalan bebeklerin yaşama şansının artırılması amaçlanıyor. Doç. Dr. Lembet, “Bu yöntem, bir iğne yardımıyla bebeğin, kalp boşluğuna girerek potasyumla bebeğin kalbini durdurmak esasına dayanıyor. Üçüz ya da dördüz gebelikler bazen hastalar için kulağa hoş gelse de bu bebeklerin yaşama şansı çok düşük. Bu bebeklerde erken doğmanın getirdiği körlük, zeka geriliği, sağırlık, akciğer problemi gibi sorunlar olabiliyor. Bu yüzden bu gebelikleri, anne karnında 11 ile 14 hafta arasında yaptığımız işlemle sona erdiriyoruz ve işlem öncesinde tüm bebekleri ileri düzey ultrasonografi yöntemi ile detaylı bir şekilde inceleyip en sağlıklı olanları kurtarmayı hedefliyoruz. Bazı durumlarda işlem öncesinde koryon villus biyopsisi ile fetusların kromozom analizini de yaparak işlem yapılacak fetusu seçmek mümkün oluyor. Rahim içerisinde kalan fetus sayısının azaltılmasıyla diğer bebekler için yaşama şansının daha fazla olması hedefleniyor” diyor. Amniyosentez yöntemiyle sadece kromozom bozuklukları değil bebekteki bazı diğer hastalıklar da saptanabiliyor. Amniyosentez, örneğin bebekteki anemi denilen kansızlığı saptayabildiği gibi, gerekirse anne karnında kan verilerek bu hastalığı tedavi etmeyi de mümkün kılıyor.

Hamilelik depresyonu

Kadınların hamilelik döneminde ve doğum sonrasında yaşadıkları depresyon hormonel değişiklik olarak düşünülüyor ve teşhis edilemiyor. Tedavi edilmediği takdirde anne ve bebekte ciddi sağlık sorunlarına neden olan hamilelik depresyonu konusunda tüm merak edilenleri: Depresyonun kadınları hayatın belli bir döneminde etkileyen duygu durum bozukluğu olduğunu belirten Dr. Mehmet Yavuz, bu nedenle depresyonun hamilelik dönemindeki kadınları da etkilemesinin şaşırtıcı olmadığını vurguladı. ‘’Hamilelik sırasında geçirilen depresyon hormonel değişiklik olarak düşünüldüğü için genellikle teşhis edilemiyor. Bu durum da anne ve bebeğin sağlığı açısından önemli sakıncalar doğuruyor’’ diyen Dr. Yavuz, depresyonun hamilelik sırasında da tedavi edilebilen bir rahatsızlık olduğunun altını çizdi.
 Hamilelik depresyonu nedir?
 Hamilelik depresyonu ya da diğer adıyla ‘’antepartum depresyon’’, normal depresyon gibi bir duygu durum bozukluğudur. Bu bozukluklar beyin kimyasındaki değişimleri içeren biyolojik rahatsızlıklardır. ‘’Hamilelik sırasındaki hormon değişimleri beyindeki depresyon ve anksiyete ile direkt olarak bağlantısı bulunan kimyasal maddeleri etkileyebilir’’ diyen Dr. Yavuz, zorlu yaşam şartlarının değişimleri artırarak doğum öncesinde ya da sonrasında depresyona neden olduğunu belirtti. Hamilelik sırasında yaşanan depresyonun belirtileri nelerdir?
 Depresyon geçiren kadınların 2 hafta boyunca veya daha uzun süre yaşayabileceği belirtiler şunlardır;

 * Sürekli üzüntü hali,
 * Konsantre olma güçlüğü,
* Çok az veya çok fazla uyuma,
* Haz veren aktivitelere olan ilginin kaybolması,
* Doğacak çocuğun geleceği ile ilgili karamsar düşünceler,
* Doğacak çocuğuna bakamama endişesi,
* Ölüm, intihar veya ümitsizlik düşüncelerinin tekrarı,
* Anksiyete, huzursuzluk,
* Suçluluk veya değersizlik duyguları,
* Yeme alışkanlıklarında değişimler.
 Hamilelik depresyonunu neler tetikliyor?
 Hamilelik sırasında yaşanan depresyonu daha da artıran durumları Dr. Yavuz şöyle sıralıyor;
 * İlişkilerde sorunlar, evliliğin geleceği ile ilgili kaygılar,
* Doğacak çocuğun özürlü olabilme ihtimali,
 * İstenmeyen hamilelik durumları,
* Ailede veya kişide depresyon geçmişi,
* Daha önce yaşanan düşükler,
* Stresli yaşam koşulları,
* Hamilelikte komplikasyonlar olması, * Travmaya maruz kalmak.
 Hamilelik depresyonu bebeğe nasıl zarar verebilir?
Dr. Yavuz, tedavi edilmeyen depresyonun kötü beslenme, alkol, sigara ve intihar teşebbüsü gibi erken doğum, düşük ağırlıklı doğum ve bebekte gelişimsel sorunlara neden olabilecek davranışlara yol açabileceğini belirtti. Depresif hisseden bir kadının kendisine ve bebeğine bakmak için gerekli güç ve isteği bulamayacağını söyleyen Dr. Yavuz, tedavi edilmeyen depresyonun anne ve bebek açısından büyük sakıncaları olduğunu vurguladı. Doğum sonrası depresyonu nedir? Doğum sonrası dönemde yeni annelerin psikolojik bozukluklar yaşaması sık rastlanan bir durumdur. Doğumun ardından birkaç gün devam eden annelik hüznünün normal olduğunu belirten Dr. Yavuz, bu durumun tedavi gerektirmediğini söylüyor. Yeni annelerin yaklaşık onda birinde rastlanan doğum sonrası depresyonu ise mutlaka tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlık. Bu depresyonu etkileyen nedenlerin başında ise gebelik sırasındaki evlilik gerilimi, istenmeyen olaylar, bebeğin prematüre olması, sezaryen doğum, bebeğin beklenenden zor doğması, biberonla beslenmesi, evlilik dışı olması, ölü doğum ve bebeğin özürlü olması geliyor. Annedeki depresyonun bebeği de olumsuz etkilediğini belirten Dr. Yavuz, depresyon yaşayan annelerin bebeğin yüzüne daha kısa süreli baktığına, sorumluluklarının zayıfladığına ve gereken şefkati göstermediklerine dikkat çekti.
 Doğum öncesi ve sonrası depresyon nasıl tedavi ediliyor?
Depresyonda olduğunu düşünen kadınların mutlaka yardım alması ve belirtileri bir uzmanla paylaşması gerektiğini belirten Dr. Yavuz’un depresyon tedavisi için önerdiği yöntemler şöyle; * Destek grupları,
* Özel psikoterapi,
* İlaç tedavisi,
* TMS tedavisi.
 Belirtilerin ağır olması durumunda uzmanın acilen ilaç tedavisine başlamayı tercih edeceğini belirten Dr. Yavuz, hasta ve bebeği için en uygun tedavi yöntemine doktorla karar verilmesi gerektiğinin altını çizdi. En güvenilir tedavi yöntemi nedir? Hamilelik sırasında antidepresan kullanımının bebek için zararlı olduğunu ve tedavide kullanılacak ilacın çok dikkatli seçilmesi gerektiğini belirten Dr. Yavuz, doğum öncesi ve sonrası depresyonu için en güvenilir tedavinin TMS olduğunu vurguladı. İlaç kullanmak istemeyenler için tercih edilen TMS, anneye ve bebeğe zarar vermeden antidepresan etki gösteren bir tedavi yöntemi. Anne adaylarının depresyonla yalnız başına mücadele etmemesi gerektiğine dikkat çeken Dr. Yavuz, depresyonda hem annenin hem de bebeğin tedaviye ihtiyaç duyduğunu belirterek sözlerini tamamladı.